On-on beş dakika sonra duran bu vasıtadan bizi indirdiklerinde, kapısında Ankara Cebeci Cezaevi yazan büyük demir kapısından içeri sokan jandarmalar gardiyanlara bizleri sayarak teslim ettikten sonra, bizleri teslim alan gardiyanlar beni en sona bırakıp, benimle gelen abilerin üzerini arayarak içeri gönderiyorlardı. Herkesi gönderdikten sonra, beni Müdüriyet yazan binadan içeri soktular. Burada isim, soy adı ve de künyemi söylettirdikten sonra cezaevinde tanıdığım olup olmadığını sormalarına, “Hayır hiçbir tanıdığım yok” demem üzerine, beni alarak biraz yürüdükten sonra, üzerinde Dördüncü Koğuş yazan demir kapılı bir bahçe kapısını açan başka bir gardiyan, beni getiren gardiyanla birlikte içeri girdik. Burası genişçe bir bahçe olan yerde gözüme çalınan çocukların ekseriyeti aynen ben emsal olmaları bir noktada içimi rahatlattı. Zaten benim içeri girdiğimi gören çocuklar, merak ettiklerinden olsa gerek ki koşarak yanımıza geldiler. Bana geçmiş olsun demelerini “Sağ ol”la cevaplıyordum ama gardiyan benim önümden yürüdüğü için mecburen onu takip ettim. İkinci bir demir kapı olan açık kapıdan içeri girdiğimizde büyük bir yer olan, hangara benzeyen bu yerin duvar kenarlarında altlı üstlü ranzalar gözüme takıldı. Bu ranzalarda oturan gençler merakla bize bakıyorlardı. Yanımdaki gardiyanın, “Ekip başı, buraya gelir misin” diye seslenmesi üzerine, uzun boylu, iri kıyım, on sekiz yaşlarında birisi geldi. “Bu çocuk sana emanet, bundan sen sorumlusun” demesine, yanımıza gelmekte olan diğer çocukların içinden bir ses, “O benim mahallemin çocuğudur, merak etmeyin” demesi üzerine sesin sahibine bakmamla, sanki dünyalar benim olmuşçasına sevindim. Çünkü bu sesin sahibi, bizim mahallemizde oturan Kazım abiydi.
Beni kalabalığın içinden alan Kazım abi kendi yatağına götürüp, evvela karnımın aç olup olmadığını sordu. Oysa karnım açlıktan zil çalıyordu. Onun için de aç olduğumu söylemem üzerine, yanındaki bir çocuğa yumurta pişirmesini söylemesi ve o çocuğun da “Hemen abi” diyerek gitmesi dikkatimi çekti. Üzerimdeki çamaşırların temiz olup olmadığını soran Kazım abiye temiz olduğunu söylemem üzerine, bir başka çocuğa emir vererek, bana bir boş ranza ayarlamasını söyledi. Peşinden de beni merak edip başıma biriken çocuklara çıkışarak, “Çekilin Çiçi’nin başından, o benim kardeşimdir” demesiyle, bir anda ismim çocuklar tarafından ismim çocuklar tarafından Çiçi olarak bilindi. İçlerinden bu ismi yadırgayıp gülenler de olduysa da Kazım abinin ikazından sonra hepsi de başımdan gittiler. Getirilen yumurtayı yerken etrafımı kontrol ediyorum da, benden küçük veya ben yaşlarda başka çocuk göremiyorum. Karnımı sağanda yumurta ile doyurmuş olmam beni kendime getirmiş, bir de Kazım abi gibi tanıdık bir abiye burada rastlamam bütün korkularımı bertaraf etti. Çok geçmeden, “Herkes dışarı” demeleriyle koğuş denen bu hangar gibi yerdekiler bahçeye çıkıyorlardı. Kazım abinin beni de alarak dışarı çıkarken, “Çiçi, sakın burada herkesle samimi olma, kimsenin yatağına gitme, hele kapılar kapandıktan sonra yatağından aşağı inme” dedi. Kırk kişiye yakın olan koğuşun mahkumlarının hepsi de bahçede olduğundan bir anda şöyle bir göz gezdirince en büyük kimsenin on sekiz yaşından yukarı olmadığını görüyorum. Bunların içinde de en küçükleri olarak benden başka hiç kimsenin olmadığını görmem, Kazım abinin sözlerinin bu yüzden olduğunu anladım. Boşalan koğuşun kapı kenarlarına dikilen iki gardiyan, içeri tek tek giren çocukları sayarak, sayım yaptığını anladım. Sayımdan sonra gardiyanın koğuşun kapısından, “Hepinizi Allah kurtarsın” demesi de bir tuhafıma gitti. Demek ki bizlerin kurtulması Allah’a mı kaldı diye geçirdim içimden. Koğuşun çift kanatlı demir kapısı, şangırdayarak üzerimize kapandıktan sonra, koğuşun içinde bir kargaşa ve de yemek telaşı başlaması üzerine, Kazım abinin ortaya çıkarak, “Sessiz olun çocuklar, nedir bu telaşınız?” demesiyle hemen sesler kesildi. Herkes yiyecek neyi varsa ortadaki büyük masaya hazırlamaya başladı. Burada Kazım abi koğuşta nizam ve intizamı sağlamakla yükümlü bir görevi olduğunu anlamamla birlikte herkesin de ondan çekindiğini de görüyorum. Kazım abiyi, bizim mahalleden iyi tanıdığımın haricinde, babamın köfte tezgahına da arkadaşlarıyla gelip içki içtiklerinden de biliyorum. Zaten mahallede pek durmayan bu abiyi de, bizim mahallenin çocukları da aynen beni sevmedikleri gibi Kazım abiyi de pek sevmezlerdi. Bu yüzden de mahalleyle pek ilgisi olmazdı. Çünkü Kazım abiler de bizim gibi fakir kimselerdi. Annesi benim annemle iyi arkadaş olduklarından biliyorum. Kazım abinin gayretleriyle üst tarafta boş bir ranzaya, yatağa benzer bir şeyler serdirerek, benim yatabileceğim bir yer hazırlattırmış, bana da, “Senin yerin bundan sonra burası. Yemek saatlerinde benim ranzanın oraya gelirsin, diğer zamanlarını yatağından aşağı inmeden burada geçirirsin. Ben sana okuyabileceğin kitap veya gazete de verdiririm” dedi. Zaruri ihtiyaçlarımın dışında iki gün hiç yatağımdan inmeden, Kazım abinin getirdiği romanı okumakla vaktimin nasıl geçtiğini anlayamadım. Mike Hammer’ın İz Peşinde isimli bu romanı okuduktan sonra peşinden Pardanyaların roman serisini getirmesi, beni çocuk gibi sevindirmişti. Zira ilk defa roman okumak bayağı hoşuma gitti. Üçüncü günü ismim okunarak, bana yatak ve yorgan gelmesi tuhafıma gitti. Benim burada olduğumu evim nereden öğrenmiş olabilir, düşüncesi kafamı kurcaladı. Yataklarımı ranzaya sererken Kazım abinin, “Ben annemle size haber yolladım” demesinden, anlamıştım evimin nereden duyduğunu. Şimdi babam kim bilir nasıl üzülüyordur.Hapishaneye düşerek mimlendim de. Ben bundan sonra onların yüzüne nasıl bakabilirim? Dedemin sözleri aklıma geliyor da içimden onun haklı olduğunu düşünüyorsam da Aysel ablanın, kocasına, “Bu çocuk bambaşka bir çocuk Hasan. İyi yetiştirilirse çok özel bir delikanlı olur” dememiş miydi? Üstelik Aysel abla tahsilliydi de, herkesten daha akıllı düşünürdü. Ah Aysel abla ah, nerede olduğunu bilebilseydim, şimdi başıma böyle işler gelmez, bir de alnıma bu yaşta sabıka damgası yemezdim.
Koğuşta herkes bana karşı iyi ve sevecen davranıyor. Bunda Kazım abinin bana olan yakınlığının da rolü var tabii. Ben de onun sözlerinden çıkmayarak, oturmamı ve de kalkmamı kontrol ederek, yatağımdan lüzumsuz yere inmiyor, mizacen de ağırbaşlı olmam herkes tarafından takdir edildiğim gibi sevilmemi de sağlıyor. Günler geçtikçe bazı sahipsiz ve de şımarık çocuklara nasıl davrandıklarını ve onları bir hizmetçi gibi kullanmanın ötesinde de kullanmak istediklerini çıkan kavgalardan anlıyorum. Bu gibi durumlara müsaade etmek istemeyen Kazım abi ortaya çıkarak, “Buraya düşen bu çocuklar, bizim kardeşimiz olur. Onlara kötülük yapmaya kalkan karşısında beni bulur” gibi konuşmalarını takdirle karşılarım. Koğuşun dip tarafının sağında köylü çocukları grup halinde yatıyorlar. Onun karşısına düşen sol tarafında da, ekip başı olan Ayı Nurettin isminde, irikıyım, koğuştan mesul adam ile Kazım abiler yatıyorlar. Kazım abi de ekip başının yardımcısı ise de koğuşun her şeyiyle ilgileniyor. Gördüğüm kadarıyla köylü tarafıyla hiç geçinemeyen Kazım abiler, buraya düşmüş sahipsiz çocukları köylülerden korumak için şehir çocuklarına sahip çıkıyor. Bu yüzden de bazen tatsız olaylar oluyorsa da, Ayı Nurettin’den çekindikleri için olay kapanıyor.
Ziyaret günü annemin gelmesi ve bana ziyaret yerinde yapmadığını bırakmaması, etrafımdaki görüşen çocuklardan utandığım için anneme, “Git, bir daha beni arama” diyerek, onu ziyaret yerinde bırakıp, ağlayarak koğuşa doğru gidiyordum ki bir gardiyanın, “Seni baş gardiyan istiyor” demesi üzerine, beni revirin bahçesinde oturan baş gardiyan Yaşar efendinin yanına getirdiler. Göz yaşlarımı silip yanına dikildiğimde:
Sana koğuşta takılan veya kötülük yapmak isteyen var mı?
Hayır efendim.
Peki koğuşta kumar oynayan, çocuklara sarkıntılık yapan var mı?
Ben böyle bir şeyler görmedim efendim.
Peki, şayet böyle bir şeyler görürsen doğrudan doğruya gelip bana bildireceksin.
demesine bir anda canım sıkıldı ise de, kendisine belli etmeden “Olur efendim” dedim. O da bana, “Gidebilirsin” demesiyle koğuşun yolunu tuttum.
Yanıma gelen Kazım abiyle koğuşa gelirken baş gardiyanın bana söylediklerini kendisine anlattığımda;
Çiçi, seni küçük gördüklerinden dolayı sana ispiyonculuk teklif ediyorlar. Sen sen ol, sakın onlara aldanıp da ispiyonculuk yapmayasın. Burada her zaman ben olmam. Dünyada en kötü bir şeyin ispiyonculuk olduğunu sana söylemeyi bir abi olarak boynumun borcu bilirim. İspiyonculuğun ibnelikten daha adi bir şey olduğunu sakın unutma. İspiyoncu kimseyi hiç kimse sevmez. Sopaların altına da yatırsalar yine de dayanacaksın, ama hiç kimseyi ispiyonlamayacaksın. Çünkü sopaların acıları geçer gider, ama ispiyon lekesi, aynı ibnelik gibi yapışkan olup hiç geçmez. Koğuşta böyle hataya düşen çocuklar olmuş. Ben yokken o çocukların ırzına geçmişler. Şu anda o çocukları sen de görüyorsun. Önüne gelen iteleyip kakıyor ve de karı gibi hizmet yaptırıyorlar. Bir de ben olmasam, onları karı gibi kullanarak her gün birisi koynuna alır.